11 Haziran 2010 Cuma

Jacek Jedrzelczak..

















kent ve kadın..jacek'i hayranlıkla takip etmemin sebeplerinden biri de sanayi devriminden sonra, boyasını hayvan organından tüpe taşıyan ve doğaya koşan romantikler gibi oluşudur. insanın bir sokak hayvanı olduğunu; sütüdyo ve spot estetiğinin mide bulandırıcı rütuşlar içeren, sanal dünya haberciliğini hatırlatır bana..

deklanşörün dünyası siyah ve beyazdan da ibaret değil elbet; ruhlarını kirletmemeişler için; ama söz konusu ankara'nın seçkin grisi olunca yine bir "albeni" sarıyor beni bu karelerde, terkedilmiş bir gri bu..

kafama takılan bir yanlış var ama, tripotu dışarıya taşımışken; kenti böylesine histerik grilere boyarken; bu denli içimi seks yapma isteğiyle dolduran bir altın oran kıvamında ki imgeyi sadece betonun sesine kulak vermesi için pozisyondan pozisyona sokmup kirletmiştir objektifi? ben derim ki sanat güzel olmamalı! kadında güzel olmamalı! biraz suratına zevk suyu kıvamında motor yağı akmış olmalıydı, hatta katır gibi terlemeli, yüzünde kelimelerin anlamlandıramayacağı rütuşlar olmalıydı alabildiğine çirkin, manasız belki öfkeli ve ağlamaklı..öle boş boşta durmamalı üstelik, eline kentin bedenini harcadığı gibi bir kuru odun parçası verilmeliydi, ruhunda ki tırnak izleri için lagarı aralayıp kafasını içinede gömmeliydi, herşey doğasına uygun kutsal bir rituel havasında olmalıydı! ama asla çıplaklığını bırakmamalı! çünkü çıplağı sevenlerin bir iz düşümüdür bu kadında ki yaratılan silüeti...!

içimden ruhlar geçiyor ama ben yine afalladım...

Hiç yorum yok: